Posts by ÜMMÜHAN BALLI

Asgari Ücretin Asgaricik Sorunları

Ülkemizin geçirdiği iki oturumluk seçim süreci boyunca şüphesiz ki üzerine bahisler oynanan ve dillere pelesenk olan konu “asgari ücret” di. Nihayet ücret artış dönemi geldi ve işverenle devlet bence sert geçen görüşmeler sonucu asgari ücret için 1300 TL dedi. Biz de bunu yetkili kişilerin ağzından, çeşitli sosyal mecralar aracılığıyla duyduk.

Peki, bu rakamın etkisi, yansımaları ve yorumları neler oldu?

Bir kere asgari ücret net 1300 TL değil, orda bir anlaşalım. AGİ dâhil 1300,99 TL.

Yani neti: 1177,46 TL.

Bu durumda AGİ: 123,53 TL

Bu ücretin brüt miktarı ise:1647,00 TL.

Total ücrettin işveren maliyeti ise: 1935,23 TL dir.

Bu maliyet için de işverenlerin ağzına bir parmak bal çalmak amaçlı; yapılacak düzenlemeye istinaden 110,10 TL si hazine tarafından karşılanacak dendi ama yine sanıyorum ki yapılacak düzenle Türkiye’deki işverenlerin çoğunluğuna yaramayacak.

(Tam burayı yazarken şöyle bir sosyal ağlara bakayım dedim, teşvik ile ilgili şartları gördüm. Şartları görmek isteyenler burayı tıklayınız.)

Ve tabiki asgari ücret ile çalışanların bordroları brüt maaş üzerinden hesaplandığına göre, bu 1300,99 TL yılın ilk 8 ayı alınabilecek bir miktar. Tabi, hiç fazla mesai yapmaz ve herhangi bir sosyal yardım bordroya eklenmezse!

8 aydan sonra net ücrette 70 TL daha bir azalma olacak, dikkatinizi çekerim net ücrette!

Eklemek isterim ki hiçbir haber manşetinde 2016 yılı birinci altı ay için 1647 TL, ikinci altı için bıdı bıdı TL gibi bir açıklama yok. Bu da bize gösteriyor ki ikinci altı ay için herhangi bir zam söz konusu değil. (şimdilik)

asgari-ucret

Bir de madalyonun diğer yüzü var: O da düşük ücretlerle (neti asgari ücrete yakın diyebiliriz) çalışan nitelikli iş gücündeki motivasyon sorunları… Çünkü fazla mesai yapıldığı takdirde nitelikli iş gücünden daha fazla ücret alınması bu gruptaki çalışanların iş motivasyonunu düşürecek ve tahminimce personel sirkülasyonları artacak.

Ayrıca bir de gördüğüm şudur ki asgari ücretliler dışındaki grubun da “bizim maaşlarımız da 300 TL artacak” gibi bir beklentisi var. Cık, yok canım. O iş tamamen işverenin inisiyatifinde! Maalesef!

Ve son olarak artan asgari ücrete paralel olarak 1 Ocak Sabahı itibariyle elektriğe gelen %6.8 lik zam, cep telefonu vergisine gelen %33 lük zam, köprü ve otoyollara gelen zam sayesin de asgari ücretlinin alım gücünün çok da değişeceğini sanmıyorum ama haydi hayırlısı…

Ha bu arada alkol ve sigaraya gelen/gelecek zamlardan hiç konuşmuyorum bile..

 

Teşekkür: Yazımı ilk okuyan Gökhan Yılmaz’a ve teknik bilgi konusunda destek veren Kaan Göğebakmaz’a can-ı gönülden teşekkür ederim 🙂

 

İnsan Kaymağı Ümmühan

 

Diğer AGİ bilgileri için lütfen tıklayınız.

2016 vergi dilimleri için lütfen tıklayınız.

 

 

Bir Peryön Kongre Macerası

Sabahın 4.30 unda başlayan maceram, koşar adımlarda kendimi Üsküdar İskelesine atıp, arkadaşlarımı yakalamamla devam etti ve çok şükür ki vaktinde Haliç Kongre Merkezindeydik.

Herkesin gözünde gördüğüm o ışıltı beni kesinlikle doğru yerde olduğuma bir kez daha inandırdı.

Güne yaşayan tarih olan İlber Hoca ile başlamak beni çok feci bir azimlendirdi. Resmen bilgi deposu ve her zamanki gibi mizahi yönü baskındı.

Kongrenin sonunda da sevgili Mert Fırat’ın öncülük ettiği “İhtiyaç Haritası” projesini dinlediğimde, hala bu ülkede dayanışmanın olduğunu ve olmaya devam edeceğini ve bu ülkede hala iyi bir şeyler olabileceğine dair umudumu kaybetmemem gerektiğini gördüm ve projenin mottosunu kendime not diye içime defalarca söyledim: Umut bulaşıcı olsun!

Ve tabiki etkilendiğim ve tüm dikkatimi vererek takip ettiğim oturumlar da vardı. Mesela;

Dr. Erdal Karamercan’ın IQ ve EQ konusunda verdiği bilgiler… Çünkü yakın tarihe kadar bir çoğumuz hayatta başarılı olanların IQ sunun yüksek olduğuna inanırdık ama artık öğrendim ki, EQ bizi IQ dan daha fazla etkiliyor ve IQ bizi okullardan EQ ise hayattan mezun ediyor.

Çeşitlilik Yönetimi: Çalışma Yaşamında LGBTİ’ler ise bir başka etkilendiğim konuydu. Gündelik yaşantımızda bu yönleriyle sınıflandığımız ve kendimizden ötekileştirdiğimiz bu insanlar maalesef çalışma hayatında da diğer kişilerle eşit koşullarda çalıştırılmıyor. Daha ağır şartlarda ve daha düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Ki bence bu durum eşit işe eşit ücret ilkesine bile aykırı. Tüm bunların yanı sıra, bu durumlarını açığa çıkaran insanlar işlerinden çıkartılıyor ve bu da kesinlikle eşitlik, adalet kavramlarının tamamen karşısında.

Maalesef gözüme takılan bir ayrıntıyı aktarmam gerek: Salondaki insan sayısı, toplumumuzun bu konuya nasıl baktığını net bir şekilde gösterdi, salondaki koltuklara birer aralıklarla otursak da hala boş yer olurdu…

Ve tabiki bence İK nın temel direklerinden biri olan bir konu vardı Prof. Dr. Erdem Özdemir ve İpek Aral’ın birlikte yönettiği.

İşe İade Davalarında Uzman Görüşü ile Güncel Gelişmeler konusu…  İşe iade davalarında her daim işçinin bir adım önde olduğunu biliyoruz. Ama işverenlerin ve bizlerin de işe iade davalarının sayısını azaltmak için bilmemiz gereken bir takım bilgileri edindik.

Performans düşüklüğü diye bir işten çıkışın mahkemece kabul görmesi için kesinlikle sağlıklı bir performans sistemi olması gerektiği önemli bir noktaydı.

Büyük işletmelerin işten çıkış yaparken daha çok dikkatli olmaları gerektiği de dikkatime takılan bir konuydu.

Bu konunun önemini ben kendimce şu cümleyle ifade etmek isterim: Bir şirketin işe iade davasının sayısı arttıkça marka değeri düşer.

 

Ve ve ve tabiki kongrenin 2.günü tüm bloggerların merakla beklediği; Peryön Blog Yarışması sonuçları açıklandı.

Blog Ödülleri birincisi sevgili Ezgi Feda olurken; finalistler de Ali Cevat Ünsal ve Merdiye Eker oldu.

Başta Ezgi olmak üzere, Ali Cevat ve Merdiye’yi gönülden tebrik ederim 🙂

 

Benim için ilk kongre tecrübesi olan Peryön 23.İnsan Yönetimi Kongresi tecrübesi çok verimliydi ve keyifliydi.

Bu deneyimi yaşayabilmem adına destek veren sayın Özlem Helvacı’ya ve kongre boyunca bana geçmiş tecrübeleriyle destek veren tüm arkadaşlarıma çok teşekkürlerimi sunarım.

Kongre boyunca atılan tweetler için lütfen buraya #peryonkongre    🙂

12227236_10153702176688879_1228241240835315364_n       12243493_10153774199018928_5750217705617946128_n  12239690_10153693940018810_918735386282464015_n

 

The Intern-Stajyer

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki hayatımda hiçbir filme yapılan yorum ve eleştirilere bakıp da izlemeye karar verip ya da izleyeceksem bundan vazgeçmedim. Ve dolayısıyla öyle çok da fazla film yorumu okuduğum ya da film yorumlamışlığım yok ki zaten yine öyle bir şey yapmayacağım.  Bu film neden yazıma konu oldu derseniz, tamamen mesleğimle alakalı. Film de bizim işimizle alakalı birkaç nokta gözüme takıldı ve sizlere aktarayım istedim.

Filmin başrolleri Robert De Niro ile Anne Hathaway paylaşıyor ve yönetmen koltuğunda Nancy Meyers bulunmakta.

(Biliyorum çok klişe ama ne yapayım, konuya giriş yapmanın en kolay yolu bu 🙂 )

Hikâyemiz bir moda ve e-ticaret şirketinin genç ve dinamik bir patronu olan Jules Ostin ile 70 yaşında emekli stajyer Ben Whittaker arasında geçen eğlenceli bir hikâye…

Filmi izlerken mesleğimi düşünerek yıldız attığım noktalar ise şöyle:

  • Videolu özgeçmişler hayatımızda gayet önemli ve daha çok önem kazanacak.
  • Emeklilik psikolojisi kesinlikle ön hazırlık yapılıp da yaşanması gereken bir süreç. Emeklilik kişiye kendini işe yaramaz hissettirebilir.
  • Yaşın ne olursa olsun fark yaratmak istersen bunu başarabilirsin.
  • İnsan isterse her şeyi başarabilir.
  • Stajyer fotokopi çekmekten daha çok işe yararlar.
  • Bazen stajyerlerin potansiyeli herkesi şaşırtabilir.
  • Her soru her mülakatta sorulmaz.
  • İşverenin çalışanları ile aynı ortamda bulunması ilham verir.
  • Çalışanı motive etmenin en temel yolu, başarılı gösterilen faaliyeti tüm ekibin duyacağı şekilde deklere etmekten geçer.
  • Eğer patronsan, en alt kademede çalışanın yaptığı işi de en ince ayrıntısına kadar bilmen gerekir ve bu da çalışanı motive etmenin yollarından biridir.
  • Kimi zaman yardım almak o işi başaramadığınızı göstermez.
  • İşyerinde yapılacak olan küçük jestler çalışanları mutlu edebilir.
  • Özel hayatla iş hayatı arasında maalesef çok ince bir çizgi var ve dengeyi kurmak kesinlikle ustalık isteyen bir şey.
  • İşyerinde yaşanan minik aşklar her zaman olumsuz şeylere sebep olmaz J
  • Ve afişte de yazdığı gibi “tecrübe asla eskimez!”.

Filmi izlerken aklımda kalan birkaç yeri bu şekilde notlamıştım ve paylaşmak istedim.

Eğer izlemek isterseniz, şimdiden keyifli seyirler!

 

 www.imdb.com/title/tt2361509/ 

Engelli Personel İstihdamının Engelleri

Uzunca bir ara verdim, kabul… Malum yaz aylarının rehaveti, tatil planları ve yazların en meşhur aktivitesi düğünlerin ardından yeniden geçtim klavyenin başına. Bu defa hemen hemen tüm İK cı arkadaşlarımın, özellikle de özlük işleri konusunda çalışan arkadaşlarımın başından eksik olmayan bir konuya değinmek istedim:

4857 sayılı İş Kanunu madde 30’da;

“İşverenlerin, elli veya daha fazla işçi çalıştırdıkları özel sektör iş yerlerinde yüzde üç engelli çalıştırması” gerektiği söylenmektedir.

Evet, İş Kanunu gereği mecbur tutulan bu hüküm engelli vatandaşlarımızın çalışma hayatına kazandırılması konusunda önemli bir yer tutmaktadır. Ve aynı maddenin devamında şöyle bir ibare geçmektedir.

“İşverenler çalıştırmakla yükümlü oldukları işçileri Türkiye İş Kurumu aracılığı ile sağlarlar.”

Ancak ne yazık ki Türkiye İş Kurumu’nun bu hizmeti hangi usul ve esaslara ve ne şekilde sağlanacağına ilişkin herhangi bir yönetmelik ya da rehber bulunmayışı bence bu konunun en büyük eksikliğidir.

Engelli personel istihdamı yaparken yaşadığım zorlu bir süreç bende böyle bir konuyu kaleme alma isteği uyandırdı.

Mevcut personel sayısındaki değişimlerden mütevellit bir tane daha engelli personel istihdamı için çaba göstermekteydim.

Bu ihtiyaç doğar doğmaz pek tabi ilk iş İŞKUR’a müracaat etmem oldu. Usulen doldurulması gereken form ve evrakları doldurup başvurumuzu gerçekleştirdim ve aldığım yanıt: “Ayın son Perşembesi gelin, engelli seçimi yapın” şeklinde oldu. Başta bunun çok itici bir durum olduğunu düşünüp danışmanımızla konuştum ve “engelli vatandaşı kurum kurum gezdirip, yormayalım diye böyle yapıyoruz.” şeklinde bir yanıt aldım. Bu açıklama bir nebze olsun mantığıma uymuş gibi gelmişti. Ve buna istinaden her ne kadar içten ikna olmasam da ay sonuna iş planımı bu doğrultuda yaptım.

Beklenen gün geldi ve gittim. O da nesi? Bir sürü engelli vatandaş, İŞ KUR un giriş katında adeta balık istifi bir biçimde ellerinde kimlikleri ile ayakta (nasıl engelli vatandaşa saygı anlamadım doğrusu) , hastane sırası gibi bilmem kim bilmem ne şeklinde isimleri okunarak bir odaya sırayla alınıyor. Ve odada biz işverenler için birer masa ve sandalye konmuş, engelli adayın muhtelif bilgilerini alıp, engelleri konusunda konuşmamız, iş kolumuzda çalışması engel mi değil mi diye bakmamız bekleniyor. Görüntü adeta köle pazarından insan seçercesine!

Yarım gün boyunca o kadar engelli vatandaşın, engeline saygı gösterildiği savunularak seçim yapılmasının ardından kendime gelmem ciddi zaman aldı. Onların bu durumu gerçekten içime dokunmuştu.

Sonucunda 3-5 tane uygun olabileceğini düşündüğüm insanla randevulaşıp, iş yerinde son aşamayı uygulamak amacıyla kurumdan ayrıldım.

Her neyse sonucunda herhangi bir istihdam yapamadım ve araştırmaya devam ederken, bir sabah masamda posta yolu ile gelmiş bir zarf gördüm. Açıp baktığımda ise bir süredir engelli istihdamı yapmadığımı ve durum böyle devam ederse idari para cezası geleceğine ilişkin bir resmi yazı ile karşılaştım. Ek olarak da lokasyonda bulunan engelli vatandaşların sadece adı-soyadı, adres-telefon bilgileri ve İŞKUR daki statüsünü (beden işçisi, dikiş nakış elemanı vs.) içeren, resmen milattan önce hazırlandığını düşündüren bir liste. Sanıyorum ki bu defada telefonda insanları arayıp, ne gibi bir engeli olduklarını sorgulamamı istiyorlardı.

Ve ne olursa olsun, bence bu durum baştan ayağa hatalı ve rencide edici bir durumdu.

Açıkçası tam anlamıyla ne yapılabileceğine dair elle tutulur gözle görülür bir fikrim olmasa da biraz daha saygı görüp, gerçekten saygı ve ince düşünceyle yönetilen bir süreç olabilir diye düşünmekteyim.

Mesela;

* Biz işverenler yerine engelli adaylarımızın oturabileceği bir ortam hazırlanabilir.

* Ayda bir gün böyle bir uygulama yapılacağına, iş kolu ya da engel derecesine göre sınıflandırılıp birkaç gün engelli adaylarla ve işveren buluşmaları gerçekleştirilebilir.

* Her şekilde ortam daha ferah ve insana saygı gösterilen bir ortam şeklinde düzenlenebilir.

* İkinci aşamada gelen liste düzenli aralıklarla güncellenebilir ve kişilerin ne şekilde bir engeli olduğu ve oranı yazılabilir.

Şimdilik konuya ilişkin üretebileceğim çözüm önerileri bunlarla sınırlı fakat yeni bir fikir aklıma gelirse konuyu mutlaka tekrar kaleme alacağım.

Her sağlam bireyin, bir engelli adayı olduğunun unutulmaması dileğiyle…

 

Çalışma Hayatının Gerçeği: Kadınlar!

Kadına şiddet dedik, emekçi kadınlar günü dedik ve benim de aklıma kadınların çalışma hayatındaki yeri ile ilgili bir iki bir şeyler karalamak geldi.

Biz kadınlar çalışma hayatında başarılı mıyız? Nasıl bir profilimiz var?

Mesleğinin dışında birkaç görevi daha gönüllü olarak kabul ettiğimiz bu hayatta, çalışma hayatında ne kadar başarılıyız diye düşündüm ve gazete haberleri, araştırmalar okuyup, biraz da etrafımı gözlemledim.

Avrupa Birliğine üye ve aday ülkeler arasında kadın istihdamının en düşük oranı Türkiye’de. Erkeklerin üçte biri kadar kadın çalışma hayatında!

Nerden bakarsanız bakın, sınıfta kalan bir oran bence bu.

Kadınlar; önsezileri, sorumluluk bilinci ve iletişime açık olmaları gibi maddelerle kadının iş hayatında yer alması ve hatta fazlasıyla yer alması gerektiğini gösteriyor. Ama bunlar haricinde de erkeklerden ayrılan bir takım özellikleri ile bu durumun bir tercih değil, gereklilik olduğunu gösteriyor adeta. Kadınlar;

* İddialı çalışan bireyler.

Bir şeyi yapmak istediler mi herhangi hiçbir şey engel olamaz. Dolayısıyla ‘elinin hamuru ile erkek işine karışma’ lafı tam bir Atasözü gafı bizce 🙂

* Sınır koyma konusunda başarılılar.

Kadınlar ast ve üstleri ile aralarındaki sınırı korumakta daha usta ve daha başarılı. Eğer istemezse çizdiği kırmızı çizgilere girmek neredeyse imkânsız.

 * İş hayatında duygusal davranmıyorlar.

Literatüre göre kadınlar ağlak ve duygusal varlıklar olarak gözükmekle beraber aslında sadece aileleri ve hatta genellikle çocukları söz konusu olduğunda duygusal davranırlar. Geri kalan duygusallıklar tamamen biyolojik J

* Kararlı ve cesurdurlar.

Kadınlar ilk denemelerinde başarısız sonuçlar alsalar da tekrar tekrar deneyip, verdiği kararın arkasında durabilirler.

* Öz güvenliler ve bunun öneminin farkındalar.

Öz güven için sağlığına, giyimine, bakımına, sporuna kadar her şeye dikkat ederler. Eh, bunun üzerine öz güvenlerinin yüksek olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.

* Hata yapmaktan korkmuyorlar,

Hata yapsalar bile yaptıkları hatalardan ders çıkarma ve başka işlere ve olaylara özdeşlik yaratma konusunda gayet başarılılar.

* Çözüme odaklı yaşarlar, çalışırlar.

Hemen hiçbir olay karşısında çözümsüz kalmazlar. Hemen şöyle yapalım, böyle deneyelim gibi alternatiflerde sorunu çözüme kavuştururlar.

* İş hayatı ile özel hayat dengesinde gayet başarılılar.

Kadınlar, hem çalışır, hem annedir, hem yöneticidir, hem hobileri vardır, hem sivil toplum faaliyetlerinde ön safhalardadır…

images

Görüldüğü üzere biz kadınlar, çalışma hayatında ayakları yere basan, iyi iletişim kurabilen ve başarılı olan bireyler olmamıza rağmen maalesef ki toplumsal dayatmalardan dolayı erkekler kadar aktif olamıyoruz.

Bu anlamda Eczacıbaşı Topluluğunun iş ilanlarında ilgimi çeken bir notu paylaşmak isterim:

“Eczacıbaşı Topluluğunda kadınların iş yaşamına katılımını güçlendirmek amacıyla, tüm işe alım değerlendirmeleri sonrasında eşit özelliklere sahip iki aday olması durumunda kadın aday tercih edilmektedir.”

Kim bilir, belki bir gün Türkiye’deki şirketlerin hatırı sayılır bir kısmı bu tarz bir pozitif ayrımcılığa yer verir… Belki…

Yetmez mi Olanlar?

Son 3–4 gündür gündemde olan, zavallı kız Özgecan… Haberi duyduğumdan bu yana çıkan her linki, resmi, videoyu takip ediyorum. Her okuduğumda, izlediğimde içim bir parça daha burkuluyor. İster istemez düşünüyorum bir kadın olarak; böyle bir dünyaya mı çocuk getireceğiz?

Elimde henüz 2014 e ait bilgiler bulunmadığı için, 2013 ten birkaç maddeye yer vermek istiyorum.

Erkekler 2013 te 214 kadını, 10 çocuğu öldürdü.

214 cinayetin 116 sı ateşli silahlar, 65 i bıçakla ve geri kalanı da boğma, darp, işkence ile işlendi.

Erkekler 2013 te 167 kadına tecavüz etti, 161 kadına tacizde bulundu.

Tecavüzlerin %52 si tanıdıkları erkekler tarafından gerçekleştirildi. (arkadaş, akraba, iş arkadaşı, komşu, eski koca…)

Eminim hepimiz bu konu ile ilgili bin tane istatistikî sonuç, veri, haber vs duymuş, görmüş ya da okumuşuzdur ama her biri birkaç gün sonra hafızalarımızda sadece “nur içinde yatsın, geçmiş olsun, sabır versin” cümleleri ile yer edinmiştir. Hepimiz öyle çabuk unutuyoruz ki yaşananları…

Özgecan Aslan… Hepimizin yerinde olabileceği, 20 yaşında gencecik bir üniversite öğrencisi. Başına geleceklerden habersiz, evine doğru giderken, aklımızın alamayacağı şekilde hunharca katledildi.

özgecan

 

Gizem Akdeniz… Sırf ablası ile evlenme isteğine ret cevabı aldığı için; 6 yaşında küçücük bir kız çocuğunu önce bıçaklamak sonra da benzin döküp yakmak suretiyle öldürdü.

 

gizem

 

Gülşah Sarcan… Eşinden boşandı ya da boşanmak istiyor diye, bıçaklanıp, yol ortasına bırakıldı.

gülşah

 

Münevver Karabulut… Hafızalarında derin izler bırakan bir genç kız daha.. Kafası bedeninden ayrılıp, çöp bidonunda bulundu! Sanığı 6 ay boyunca şu kadarcık ülkemde saklanmayı başardı!

 

münevver

Bu isimler sadece şu an aklıma gelenler…

Sadece Türkiye’de mi var canım bu? Amerika’da bile kadınlar ölüyor? Bu cümleler, yaşadığımız bu durumun meşru olduğunu mu gösteriyor Allah aşkına? Yapmayın!

Bir olayın dünyanın her yerinde oluyor olması normal olduğunu göstermez! Neden ölüyor kadınlar? Neden tecavüze maruz bırakılıyor? Neden faillerine cezayı göstermelik veriyor ve caydırıcı hiçbir önlemimiz yok? Artık olayların hangi ülkelerde olduğunu tartışmaktan bir adım daha öteye gitmeye ve bu yaşananlara nasıl son verilebileceğini tartışmaya ve çözüm üretmeye ihtiyaç var diye düşünüyorum.

Kadınlar artık;

Dolmuşa/taksiye yalnız binemeyecekler!

Akşam dışarı çıkarken, illaki yanlarında kendilerine çobanlık edecek bir erkek bulunduracaklar!

Giydikleri eteklerin/elbiselerin boyu namusunu gösterecek!

Erkek ne zaman isterse; onunla yatağa mecburen girecekler!

Tek başına taksiye binerse, plakayı bir yakınına bildirecek!

Eve sipariş verdiğinde, yalnızsa, bunu hissettirmemek için bas bas bağırıp; “ben bakarııııım” diyecek!

Ayrılmak istediklerinde ölüm tehditleri ile karşılaşacak belki de ölecekler!

Oldu da tecavüze uğradı, hamile kaldı; o çocuğu doğurmak zorunda kalacak!

Tecavüzde sesin çıkmadı diye, rızası vardı olacak!

Yaşadığı olaydan/tacizden  utanıp da şikayetçi olamazsa ya da geç şikayetçi olursa; faili elini kolunu sallaya sallaya gezecek!

 

Artık bir dur densin bu olanlara! Yeter!

Bunlardan herhangi birini yaşamadık diye kendimizi şanslı sayar hale geldik, ne acı!

Gelecek nesillerimiz yaşadıklarından dolayı ruh sağlığı bozuk bir nesil olarak yetişmesin!

Anneler, babalar elleri bağırlarında, süt kokan kuzucuklarını toprağa vermesinler!

Başka Özgecanlar olmasın hayatlarımıza iz bırakanlar..

Artık bitsin!

 

 

Kaynaklar: bianet.org, kadincinayetlerinidurduracagiz.net, sozcu.com.tr, cumhuriyet.com.tr, onedio.com

Bu Aşk Olur mu?

“Daha önce şirketimiz çalışanlarından iki arkadaşın birlikteliği, evlilikle sonuçlandı. Bu durum bizi çok mutlu etti.”(Yapı-İnşaat Sektöründen bir yönetici)

“Şirketimizde ast-üst ilişkisi olan bir çift evlendi ancak boşanma sürecinde üst olan çalışana mobbinge yaptı ve zorla ayrılmasına neden oldu.” (Üretim-İmalat sektöründen bir yönetici )

“Herkes birbiriyle olabiliyor ama İK departmanından birinin şirketten biriyle olması yasak.”

(Petrol-Kimya sektöründe yönetici)

 

Yukarıdaki cümlelerde de görüleceği gibi iş yerinde aşk yaşamaya yöneticilerin bakış açıları değişkenlik göstermektedir.

Günün büyük bir bölümünün iş yerlerinde geçiyor olması, sosyalleşmek için vakit ayrılamıyor olması gibi nedenler çalışanların ofis arkadaşları ile duygusal bağ kurmalarını pekiştiren etkenlerden.

Bununla birlikte kadınların çalışma hayatında artması da işverenlerin bu duruma bakış açılarının biraz daha esnek olmasını sağladı desek çok da yanılmış olmayız aslında…

Fakat ne olursa olsun, eşinizin, sevgilinizin ya da hoşlandığınız kişi ile aynı iş yerinde çalışmak dikkat edilmesi gereken bir konudur.

 

Aslında bu yazıyı yazarken amacım akademik yazıları deşmek, yazıya bilimsel manalar yüklemek değil; sadece son dönemlerde rast geldiğim ve buz gibi bir havada içimizi ısıtan bu konu hakkındaki düşüncelerimi nazikçe dile getirebilmek.

İşte ben de bu amaçla, iş yerinde yaşanan duygusal ilişkilerde dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle derledim:

 

İlk olarak çalışmakta olduğunuz kurumun konuyla alakalı fikrini ve görüşünü anlayın

Çalıştığınız kurum böyle bir olayı destekliyor da olabilir, şiddetle karşı çıkıyor da olabilir. Bu durumu bilmeden de yol almanız sizin ve karşınızdaki kişinin kariyer planlamasında olumsuz etkilere yol açabilir.

 

Kişisel çıkarlar için ilişkinizi kullanmayın

Direkt raporlama yaptığınız birileri ile duygusal ilişki yaşamak konusu başlı başına önem taşıyan bir konu olmakla beraber, terfi, maaş zammı ya da herhangi başka bir kişisel çıkara ilişkini alet etmeyin.

 

Yazışmalarınızda kullandığınız dile dikkat edin

Günümüzde iş yerlerinde mail yolu ile yazışma kaçınılmaz olalı epey oldu. Ve eğer iş ilişkisi içerisinde olduğunuz biri ile duygusal bir ilişki yaşamaktaysanız, yazışmalara dikkat!

 

Her fırsatta dip dibe olmayın

Bir ilişki koçu olmamakla beraber, buna öncelikle ilişkinizin sağlığı için dikkat etmeniz gerekir. Yemek arası, ulaşım süreci, çay-kahve-sigara molaları… Bu tarz vakitlerin tamamını beraberce geçirmeniz başta sizi sıkmakla beraber etraftakiler içinde rahatsız edici bir görüntü oluşturabilir.

 

Kıskançlık krizleri, kırılma noktası

İş yerinden biri ile birlikteyseniz kıskanma eşiğinizi kontrol altında tutmak son derece mühim bir konudur. Unutmayın, özel hayatında sizinle olsa dahi iş yerinde birden fazla insanla görüşmek ve iletişim halinde olmak zorunda.

 

Beden dilinize dikkat

Diyelim ki bir iş arkadaşınızla tatlı bir birliktelik içerisindesiniz, lütfen beden dilinize hâkim olunuz. Gelip geçerken dokunmalar, göz hapsine alıp rahatsız etmeler ve rahatsız etmenin dışında uzun uzun bakışmalar dikkat edilmesi gereken noktalardan bence.

 

Herkes bilmek zorunda değil

Tüm şartlar olumlu bile olsa siz yine de ilişkinizi herkesin ağzına sakız olacak şekilde yaymayın. Herkesin bilmesinin ne sakıncası var diye düşünebilirsin, ama düşünsenize kötü rüya gördüğünüz bir gecenin sabahında mutsuz işe gelişinizin suçunun ilişkiniz olduğunu…

 

İşin sonu ayrılığa varınca…

Her ilişki her zaman mutlu sonla yada mutlu başlangıçla devam etmek zorunda değil ya.. Diyelim ki bir ayrılık söz konusu oldu, yukarıdaki kurallar hala harfiyen geçerliliğini korumakla beraber, ortak yer aldığınız projeler ya da çalıştığınız alanlar var ise, lütfen sırf hırsınızı öfkenizi çıkarabilmek adına işlerinize ket vurmayın. Sonuçta iş iştir, aşk aşktır.

images

İş yerinde sevip bu sevgiyi evlilik ile devam ettiren biri olarak ben, iş yerinde aşka şiddetle negatif bakmamakla beraber, eşlerin aynı yerde çalışması olayına pek sıcak bakmıyorum.

Ayrıca bir insan kaynakları çalışanı olarak İK cının işyerinde aşk yaşamasına da pek doğru bulmuyorum. (ama ne yaparsın, tecrübesizlik ve gençlik işte 🙂

Bu durumun kurum içerisinde herkes tarafından profesyonellik çerçevesinde değerlendirilmeyeceğine ve bu durumun eşlerin kariyer ve dolaylı yoldan özel hayatlarını olumsuz etkileyebileceği fikrindeyim. Tabiî ki takdir sizlerin…

 

Yeni bir yılın, 2015 yılının ilk günlerinde bloğumda sevgi içerikli bir konuya kibarca değinmek istemiştim. Umuyorum ki başarılı olabilmişimdir.

 

Son olarak yeni yılın herkese bol sevgi saygı, sağlık, başarı ve gönlünden geçenleri getirdiği bir yıl olmasını dilerim… 🙂

Ve son olarak, yazıya başlığı seçerken alıntı yaptığım şarkı sizlerle:

Kaynak: yenibiris, kadınlar kulübü, hürriyet.

 

Referans Dediğin Rezil de Eder Vezir de

Bir ilan gördük, başvurduk, görüşmeler silsilesini fevkalade bir başarı ile geçtik.

Peki, bitti mi? Hayır!

Daha ne olsun dediğinizi duyar gibiyim. 🙂

Artık işverenler ve işverenin bir anlamda temsilcisi olan insan kaynakları çalışanları meslektaşlarım; yetenek, yetkinlik, başarı, deneyim ve eğitim gibi başlıkların haricinde nasıl bir çalışan, nasıl bir yönetici, nasıl bir ekip arkadaşı olduğunuzu anlayabilmek; sosyal ilişkilerinizdeki davranışlarınız hakkında fikir sahibi olabilmek adına “referans talebi” ile adaylara dönüş yapmaktadır.

Referans; Fransızca bir kelime olup, kökeni Latincedir. Sizi tanıyan kişilerin iletişim bilgileri ile birleştirilip ortaya çıkarılan bir kaynak anlamına gelen bir sözcüktür.

(tanımı, okuduğum bir iki şeyden ben oluşturdum. 🙂  )

 

Kariyer.net in yaptığı bir araştırmaya göre adayların %64 ü referansların aranmadığını düşünmektedir. Fakat referans, referans talebi/araştırması son yıllarda fazlasıyla önem kazanmıştır ve daha da kazanmaya devam edecektir.

Sektöre, pozisyona ve istenen niteliklere göre farklılıklar gösterebilmekle beraber, genel itibari ile iki adet referans göstermek, bizler için yeterli olmak noktasındadır.

 

images

Peki, referans verirken olmalı ya da olmamalı dediğimiz noktalar nelerdir:

 

  • Öncelikle yalan beyanda kesinlikle bulunmayın. Tanımadığınız ya da oturup bir iki kez sohbet ettiğiniz birini referans yazmayınız.
  • Referans vereceğiniz kişi aile bireyiniz, kankanız, sevgiliniz olmasın.
  • Referans göstereceğiniz kişi mümkün ise en son çalıştığınız yerden; tercihen birlikte çalıştığınız yöneticiniz olmakla beraber, başka bir yönetici, ekip arkadaşı ve belki astınız olarak çalışan da olabilir.
  • Daha etkili olacağı yanılgısına kapılıp, bakan, belediye başkanı, vali, milletvekili ya da siyasi parti ile ilgili bir görevli yazmamalısınız.
  • Eğer yeni mezun iş arayan konumunda iseniz eğitim öğretim hayatınızdan bir referans seçmek daha isabetli bir karar olabilir. Ya da sivil toplum örgütü, dernek, kulüp gibi çalışmış olduğunuz yerler var ise buradaki yöneticilerden de seçilebilir.
  • Size referans olmasını istediğiniz kişilere; İK cı sizden referans talebinde bulunduğunda değil, iş başvurularınıza başlamadan önce haber vermeli ve iznini almalısınız.

 

Eğer imkanınız var ise referans talebinde bulunduğunuz kişilerden kağıt ortamında  ya da e-posta yolu ile referans mektubu talebinde bulunabilirsiniz.

Git gide önem kazanmakta olan referans talebi konusu, profesyonel yönetim ile paralel giden ve üzerinde çalıştığımız pozisyona doğru adayı yerleştirebilmek adına önemli bir uygulamadır.

Referans talebi ve araştırması sürecinin insan kaynakları yöneticilerinin aday hakkında ölçülemeyen değerleri test etme konusunda etkin bir yol olduğuna inanıyorum.

 

Kim Demiş 35 Yaşını Aşmamış Diye!

Geçtiğimiz dönemlerde yaşadığım trajikomik bir diyalog beni böyle başlığa ve böyle bir konuya sevk etti arkadaşlar.

Bilişim sektöründen orta büyüklükte bir firmaya ait olduğunu düşündüğüm bir ilan gözüme ilişti. İlk bakışta bir ilanın içermesi gereken her şey tamam gibi gözüküyordu. Aranan nitelikler, kısa bir iş tanımı, lokasyon vs. Merak edip, kurucu ortaklarından biri ile irtibata geçtim ve pozisyondan tam olarak beklentileri ve görevin detayları neymiş öğrenmek istedim.

Sıkı durun!

Yanıt; gülsem mi şaşırsam mı dedirten cinsten.

“Biz bu pozisyon için 30 yaş üzeri birini düşünüyoruz, yani siz uygun değilsiniz!”

İşte bu cevap beni hem şaşırttı hem güldürdü.

Yani yaşın iş üzerinde bir etkisi var mı? Elbet var.

Biyolojik olarak bile belli bir yaşın üzerinde öğrenme yetisinin azaldığı bir gerçek. Ama iş görüşmelerinde daha doğrusu görüşmelerin arifesinde, cv taramalarımızı ya da başvurularımızı değerlendirirken yaş konusu bizler için bir eleme unsuru olmamalı.

Capital Dergisinde okuduğum bir yazıda şöyle bir araştırmadan bahsediliyordu.

Dünyanın önemli insan kaynakları firmalarından biri olan Hay Group’un 3000 kişilik bir grupta yaptığı çalışmanın sonuçlarında; 50 yaşın üzerindeki kişilerin %80i işe alımlarda yaş faktörünün kesinlikle önemli olduğuna inanırken; sadece %7 lik bir kısım bu soruya emin olmadıklarına dair yanıt vermekte.

Bu araştırmaların bana, birçok başvurunun yaştan dolayı elendiğini ya da neden elediğimiz konusunda geri dönüş yapmadığımız için adayın bunun sebebini “yaş” olarak algılamış olduğunu gösteriyor.

İnsan kaynakları çalışanları olarak her pozisyon için klişeleşmiş “Tercihen 35 yaşını aşmamış” ibaresini mümkün olduğunca belki de hiç kullanmamamız gerektiğini düşünüyorum.

Unutmayalım ki artık iş görüşmelerinin temelinde yetkinlik, beceri, nitelik, başarı gibi anahtar kelimeler var ve bizler mülakatlarımızı, aday taramalarımızı bu konulara odaklanarak yapmalıyız.

Doğru adayı doğru pozisyonlarda değerlendirebilmek dileğiyle…

 

 

 

 

Babalar Gününe Dair

“Karadutum çatal karam çingenem,

Nar tanem, nur tanem, bir tanem”

Diye sevdi babam beni belki de yirmi yaşına kadar, hala da arada böyle seslenir büyümeyen kızına…

Ben ise ona yıllardır değişmeyen bir şekilde; İlk Aşkım diye…

 

Ne kadar güven vericidir bir babanın desteğini sırtında hissetmek, tam düşmeye yakın olduğunu hissettiğinde “haydi bir daha dene” diyen o güven verici sesi duyabilmek…

 

Bizim evde; küçüklüğümüzde bir gelenekti: Anneler gününde baba ile iş birliği yapıp anneye; babalar gününde anne ile iş birliği yapıp babaya hediye almak.

Peş peşe gelen bu iki ay hep heyecanlı, hep neşeli ve hep kıpır kıpır geçirilirdi.

 

Babalar günü hayatımıza bir Amerikan İç Savaş Gazisinin kızı sayesinde girmiş ve ilk kez 1910 yılında Washington’da kutlanmıştır. 1924 yılında ABD başkanı tarafından desteklenmiş fakat resmi olarak ilan edilmemiştir. 1966 yılında dönemin başkanı; her yıl haziran ayının 3.haftasının Babalar Günü olarak kutlanacağının bildirisini yayınlamıştır ve 1972 yılında başkan Richard Nixon’ın imzasıyla bu özel gün ABD’de resmi tatil olarak ilan edilmiştir.

 

Doğuşu açısından bizim kültürümüzle var olmamış fakat şiddetle bağrımıza bastığımız bir gündür babalar günü. Nitekim benim de anneler günü varsa babalar günü de olmalıdır diye düşüncelerim var… 🙂

İşte hepimiz için özel olan bu gün için 2007 yılında babama yazdığım çocukça bir şiirden küçük bir kesit eklemek istiyorum.

 

“Gözlerim zamansız ıslandığında,

Yaşlarımı paylaşacak şefkat dolu avuçlarını,

Acımı dindirircesine baktığın gözlerini,

Her düştüğümde elimden tutup, sırtımı sıvazlayıp;

“Hadi kızım bir daha dene” diyemeyeceğin günleri yaşamaktan,

Çok korkuyorum babacığım…”

 

Ve yazıma bu yıl gördüğüm en güzel babalar günü reklam metninden bir cümle ile noktayı koymak istiyorum:

Hangi navigasyon sistemi babalarımızdan daha iyi yol gösterebilir ki?

Bize her zaman en doğru yolu gösteren babalarımıza saygılarımızla…