Bu başlığı bir sosyal medya gönderisinde görüp, aşık olmuştum. Nasıl güzel bir cümle bu diyerek. Öyle ya insan, her zaman bir insana aşık olmaz, olmamalı da… Üstünde biraz düşündüm, biraz kendimi dinledim ve karar verdim; ben de bu asrın insanı değilim maalesef. Kalbim çok başka bir zaman diliminde, gönlüm çok başka bir tabiatta sanki. Bazen içinde yaşadığım düzende fazlasıyla eğreti hissediyorum kendimi. Alışkanlıklarım, inandıklarım, savunduğum değerler geçmişte bir yerde kalmış gibi.
Modern dünya düzenine elbet uyum sağlıyorum, mesajları, tweetleri kullanıyorum ama hala iki satır mektup yazmanın, kağıdın kalemin büyüsünden kendimi alamıyorum ve kağıtlara yazmanın gücüne fazlasıyla güveniyorum. Günler geçip, yaşım ilerledikçe yazdıklarıma, yazılanlara okuyup, iç dünyamda mini mini yolculuklar yapmayı seviyorum.
Teknolojinin gerekliliği su götürmez bir gerçek. Ama bir ana ait karenin bin farklı karede hayat bulup, içinden en fotojenik olanının seçilmesini anlamlı bulmuyorum. Neden fotoğraf çekiyorum ki? O anı ölümsüzleştirmek ve o ana imza atmak değil mi amacım? Ve fotoğrafların basılması gerekliliğini savunuyorum. Eskidikçe, sarardıkça bakıp bakıp “vay be, ne günler geçirmişiz.” diyebilmek istiyorum.
İnsanların birbirini yanlış anlaması için dokuz ihtimalin olduğunu söylemiş Slyvine Herpin*. Kendini doğru ifade edebilmenin hayatı kolaylaştıran bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum. Kurduğum hiçbir cümlede karşımdakine “acaba” dedirtmemeye özen gösteriyorum. İletişimde olduğum kişiyi herhangi bir konuda şüpheye düşürmüyor oluşumun da ona bir çeşit değer verme yöntemim olduğuna inanıyorum ve “aslında şunu demek istedim, öyle demek istemedim” gibi cümleleri mümkün olduğunca kurmamaya özen gösteriyorum.
Sevgimi asla saklamıyorum ve ifade etmek konusunda cimri davranmıyorum. Ne yaşanırsa yaşansın, ne kadar kötü durum hasıl olursa olsun sevginin saklanmaması ve ifade edilmesinin gerekliliğinin mühim olduğunu ve sevginin sınava tabi tutulmaması gerektiğini düşünüyorum. “seni seviyorum” dediğim zaman kendimi zayıf hissetmiyorum, aksine güçlü hissediyorum. Birini sevmenin ona verilmiş bir ödül değil aslında kendime verdiğim bir ödül olduğunu düşünüyorum. Hem zaten söylemeyeceksem neden seviyorum ki?
“Gerçek sevgi eylem gerektirir. İcraat ister. Banyo kapısının arkasındaki çalı süpürgesi de beni seviyor olabilir mesela, değil mi? Varsa bile gizlenen, gösterilmeyen sevginin hiçbir değeri, hiçbir önemi yok. Sevdiğinize, sevginizi hissettirin.” şeklinde bir pasaj okumuştum bir kitapta. Sevgiyle alakalı hislerim karıştığı zamanlarda hep bu sözü anımsıyorum.
Niyetin saflığına gönülden bağlıyım. Bazen başkalarına kırılabiliyorum, darılabiliyorum ama bunun karşılığında “ben de onu şöyle acıtmalıyım” demiyorum. Karşılığını bulmasına sebep ben olmayı hiç istemiyorum. “İki yanlıştan bir doğru çıkmaz” demiş eskiler. Üstelik kırılmama sebep olan kişi, ilahi adalet çerçevesinde bir şey yaşasa, bunu bile görmek istemiyorum. Görüp de “oh olsun” deyip, kendi egoma yenilmekten ve kibirlenmekten korkuyorum.
İyi insan olmanın, toplumda kabul gören davranışlar bütünüyle yaşamak değil de kalbimle onayladığım davranışlar bütünü olduğunu düşünüyorum. Çünkü kanımca; iyi insanın yastığa başını koyduğunda vicdanına hesap vermek zorunda olmayan insandır.
Beni ben yapan ve başka bir devrin insanı olduğumu gösteren başka konulara da vardır mutlaka ama şimdilik aklıma gelenler bunlar.
İşte böyle…
Bu aralar çok sık tekrarlar oldum bunu; kalbim bu asrın dengi değil.
Bu arada şimdi öğrendim, bu bir uhrevi bir kitabın adıymış ama ben hiç bu hissiyatla yazmadım. Zaten o mevzulardan da pek anlamam 😊
*Düşündüğünüz, söylemek istediğiniz, söylediğinizi zannettiğiniz, söylediğiniz, karşınızdakinin duymak istediği, duyduğu, anlamak istediği, anladığını sandığı, anladığı arasında farklar vardır.
Dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az 9 olasılık vardır.”
Fonda, Murat Evgin – Mektup çalıyor. Dinleyiniz..