Son günlerde etrafımda bir şekilde yer alan kişilerden ortak duyduğum soru: Nasıl bu kadar pozitifsin? Sabah sabah nasıl bu kadar enerji dolu olabiliyorsun?
Çok zor olduğunu sanmıyorum, inanın. Amacım Polyannacılık yapmak ya da sanki hayatımda her şey on numara beş yıldızmış gibi nasihat vermek değil. Sadece hissettiklerim…
Şükrediyorum… ve şükretme becerisinin yaradan tarafından insana sunulmuş en güzel ayrıcalık olduğuna inanıyorum. Şükretmek ve şükredebilmeyi bilmek. İyi ama nedir bu şükretmek?
Bir gün bir psikologun konuşmasını dinledim ve en çok ne için şükrettiğimin adını onu dinlerken koydum: Her sabah gözümü açtığımda, uyanabildiğim için şükrediyorum ki bu en önemlisi. Hayır hayır bu fazla optimist olmak değil, gerçekten bazı kişiler dün gece uyudu ve bu sabah uyanamadı diyebiliyorum. Gerçekten bunu yaşadım, uyuyup da uyanamayan bir insan gördüm.
İşe gidebildiğimde şükrediyorum. Çünkü her yıl türlü türlü kurumların açıkladığı işsizlik rakamlarını biliyorum ve o yüzdeliklerin içinde olmadığım için kendimi şanslı görüyorum.
Bir noktadan diğerine yürüyebiliyorum. Buna da şükrediyorum. Çünkü yürüyemeyen insanlar tanıyorum ve daha da önemlisi bunun ne demek olduğunu geçmişte hissetmiş olduğum kısa da olsa bir dönem var. Tüm organlarımın bana hizmet ettiğini görmek şahane bir şey.
O gün sevdiklerimin sesini duyabildiysem şükrediyorum. Demek ki hayatımdan sevdiğim insanlar eksilmemiş, onlar yaşıyor ve ihtiyacım olduğunda bir telefon, bir mesaj, bir kahvelik uzağımdalar. Şükrediyorum ve onlar iyi ki var.
Ay sonu maaşımı alınca şükrediyorum. Çünkü gerçekten bu ülkede maalesef asgari ücret ile 4 kişilik bir aileyi geçindirmeye çalışan insanlar var. Hem de 4 kişilik ailenin temel ihtiyaçları asgari ücretin üzerindeyken…
Düşünebiliyorum, kendi kararlarımı kendim alabiliyorum. Buna yetecek kadar akli melekelerim sağlam. Bunun için de şükrediyorum. Çünkü hayatını bir başka insana, bir başka kadına veya erkeğe endekslemiş insanlar görüyorum, kendi hayatları üzerinde hiçbir yetkisi olmayan. Onlara üzülüyorum…
Hayatımda hiç mi kötü bir şey yok? Elbette var. Ama ben uyumadan önce iyi dediğim şeyleri düşünüyorum, kötü dediklerimi düşünüyorum ve terazinin ağır gelen kefesini hissediyorum. Hiç mi kötüler ağır basmıyor diyecek olursanız, bazen bastığı oluyor ama o zaman da kanaat notumu kullanıyor ve iyilere odaklanıyorum.
Aslında hayat o kadar da uzun değil, insan ömrü ortalama 65 yıl derlerdi ve ben 65 yılın tüm güzellikleri yaşamaya yetmeyeceğini; bununla beraber kötü şeyleri düşünecek ve hayat enerjimi soldurmaya yetecek kadar uzun olduğunu düşünmüyorum.
Sabah çıktığım eve geri dönememe ihtimalini hiç aklımdan çıkarmıyorum mesela. O nedenle an’a odaklanıyor ve güzellikleri hissetmek istiyorum. Belki de o 65 yılı tamamlayamayacağım? Belki de bu güzellikleri tekrar yaşama ve hissetme fırsatım olmayacak. Ne bileyim?
Tüm bunlar hayatımda iken, her şey kötü, bütün olumsuzluklar beni buluyor demeye utanıyorum! Hayatımda bu kadar güzel şeyler varken kötülüklere odaklanmaya, her şey berbat gidiyor demeye utanıyorum!
Her an yaşamın sonlanabilme ihtimalini düşünüyorum sıkça ve bu düşünce ile enerji depoluyor, iyi hissetmeye odaklanıyorum.
Ya siz hiç düşündünüz mü?
Ölümle yaşam arası kaç saat?
Kim bilir belki de bazen sadece bir dakika…
(Not: Bu yazıyı yazarken tekrar tekrar okuyup, değişiklikler yapmadım. İlk aklıma gelenlerin hissettiklerimle yazdım.)