Posts tagged yaşam

55 Yaşıma Mektup

Nasıl geleceğini ya da gelip gelmeyeceğini bilmediğim bir yere seslenmek istiyorum bu kez…

Sevgili kendim,

Bunu sana yirmi yıl öncesinden yazıyorum o günlere erişip, erişmeyeceğinden emin olmayarak. Sahi geldin mi o yaşlara? Ununu eleyip eleğini astın mı? Neler yaşadın, neler gördün? Çok merak ediyorum. Ve bu yaşımdan hayal ettiklerimi sormak istiyorum gelecekteki sana.

Çalışmaktan hep keyif aldın, çalışmanın seni hep iyileştirdiğine, iyi geldiğine inandın. Ne zamana kadar çalıştın ya da hala çalışıyor musun? Kurumsal yaşama devam edip, unvanlar alıp, kartvizit değiştirip, her tatilde çılgın beyaz yaka kaçamaklarına devam ettin mi bunca sene? Tuhaf zaman kipleri olan bu yaşamda tatmin oldun mu? Yoksa sakin bir yere yerleşip, sessizliğin içinde kendini duymaya çalışıyorsun? sevdiğin hayvanlara baktığın ve sadece kendine odaklandığın bir yerde misin? Pilates eğitmenliği konusunda birtakım hedeflerin vardı, gerçekleştirdin mi? Ve yahut gittin mi diline bile hâkim olmadığın bir ülkeye? Nasıl oralar? Mevsimini, insanlarını, doğasını sevdin mi? Neredesin?

Hayallerinde yaşattığın o teraslı ya da bahçeli evde mi nefes alıyorsun denizi görerek? Çiçek bakmayı hiç beceremezsin, bu yüzden kendine yılbaşında plastik kokina almıştın hatırlıyorum ama şimdi bahçene çiçek mi dikiyorsun yoksa bari işe yarasın diye organik domates, salatalık fideleri ile mi uğraşıyorsun? Hah, kesin iki arık domatesle salça yapmayı deniyorsundur 😉 Ya reçeller.. Her meyveyi bekletip, reçel yapıp, renkli kavanozlara koyup sevdiklerine götürüyor musun hala? Konserve denemelerinden vazgeçmişsindir umarım. Çünkü maalesef kavanoz kapatmayı beceremediğin için hep bozulurdu yaptıkların. Ama vazgeçmeyip başardıysan da tebrik ediyorum seni.

Aşka aşık, sevgiden beslenen, sevgiyle büyüyen ve insanları seven biriydin sen. Aşık oldun mu mesela? Bunca şeye rağmen hayallerinde yaşattığın aşka erişebildin mi? Birini sevdiğini anlamak için “yüzüne baktığımda gülümseyebilmem yeter” derdin hep, baktığında gülümsediğin bir yol arkadaşın oldu mu? Güne, birinin gözlerine bakıp, “iyi ki sensin” diyerek uyanıyor musun? Yüzüne bakıp, “ödül gibisin” diyecek kadar çok seviyor musun bir adamı? Kadehlerinizi keyifle tokuştururken neler yaşadık, nelere direndik diyebiliyor musunuz? Markete kim gidecek, ışığı kim kapatacak diye tatlı tatlı didişiyor musun biriyle? Aklın karıştığında, üzüldüğünde, kırıldığında ve yahut çok sevindiğinde ilk koştuğun kişi o mu, yoksa hala altın kızları arayıp heyecanını ilk onlarla mı paylaşıyorsun, meraktayım. Ne demiş bilir kişiler; sohbet etmek için aileni arıyorsan yalan olmuştur o evlilik. Ne durumdasın? Belki de evlenmedin. Zaten o imzaya hiç önem vermezdin ki. İnsanın bir imza ile on dakikada evlendiği kadar bir imza ile de beş dakikada boşanabildiğini savunurdun hep.

Çocuğun var mı ya da çocukların, yoksa bu kadar okuduğun kitabı tecrübe edemedin mi, uçup gitti mi boşluğa? Bu zamanlarda geleneksel annelere hep öfkeliydin, uğruna savaştığın o bilge anneliği yapabiliyor musun? Hayır dediğinde açıklayarak, ikna ederek ve fikrini saygı duyarak, bir çocuğu sınırsızca ve sabırla dinleyebiliyor musun? Kızın mı var oğlun mu? Kızın varsa şayet ülkede kadın olmanın zorluklarını ama muhteşem ayrıcalığını anlatabildin mi? Oğlun varsa nazik ve tevazulu bir erkek olmanın kılıbıklık değil iyi insan olmak demek olduğunu öğretebildin mi? İyi insan olmanın yastığa başını koyduğunda vicdanına hesap vermemek ve onunla savaşmamak olduğunu öğrettin mi? Sevgiye ve şefkatin gücüne sonsuz inanırdın sen, anlatabildin mi bebelerine saf sevginin her şeyi iyileştirebildiğini? Tedavi etmek değil de iyileştirmek olduğunu…

Hayalini kurduğun o kitabı yazabildin mi, merak ediyorum doğrusu. İçinde dolup taşan düşünceleri ve duyguları kağıda dökmeyi uzun yıllarca sevdin. Bu bazen deneme yazıları oldu, bazen çok sevdiklerine mektuplar oldu. Ama bir kitap vardı hayalini kurduğun. Ya simsiyah bir zemin üstüne beyaz çizgilerden ya da bembeyaz bir zemine siyah çizgilerden oluşan bir kapak hayal ediyordun ilk bakışta anlaşılmayan. Çizdirdin mi? Giriş kısmına bilgi içermediğini ve fakat bolca farkındalık olduğunu yazacaktın ki okurlar çok büyük beklentilere girmesin. Yayınladın mı o kitabı?

Sahi sen yaşlandın mı, yaş mı aldın?

(Fonda Duman, Akıbet çalarken…)

 

Zamana Bıraktıklarımızı Hayat Bize Bırakmıyor

Öğrenmelerin, keşfetmelerin epeyce sert olduğu bir zaman yine. Bazen neye üzülüyorum biliyor musunuz? Aslında çok iyi biliyorum dediğim bir şeyleri bilmediğimi fark etmeye. Bir de böyle şeyler tokat gibi çarpıyor insanın yüzüne. O zaman daha çok canımı acıtıyor.

Çok sevdiğim bir insanı daha hayatımdan uğurlamış olduğum bir zamanda olduğum için bugün gündemimi ertelemek olarak seçiyorum.

Çok sevdiğim bir hocam vardı üniversitede. Hayatımda izi var dediğim ender nadir insanlardandı kendisi. Çok kilit şeyler öğrenmiştim. Mesela sınav geçmenin, notun aslında hiçbir şey olduğunu. Mesela bazı kelimelerin asla tanımının olmadığını, sözlüklerin de yanılabildiğini ve üstüne ben bir şeyler eklemiştim. Tanımlayamadığım şeyler üzerinden kendimi yargılamamayı öğrenmiştim. Beni ve yaptıklarımı takdir etmeyi bilen, öz güvenimi perçinleyen, abi yarısı dediğim biriydi. Dün birden artık yaşamadığını öğrendim.

Gördüğüm anda gözümden yaşlar indi inmesine de neye ağladığımı anlamam biraz zaman aldı. Zor bir savaş veriyordu sağlığıyla belki de bekliyordum bu haberi. Beni o an hıçkıra hıçkıra ağlatan şey yaşadığım yerde tedavi gördüğü zaman kendisini görmeyi şu veya bu sebepten ertelemiş olmamdı. Ha bugün ha yarın giderim derken o başka bir şehre gitti tedavi için. Ve sonrası malum… Kendime öfkelendim, kızdım, hırpaladım ama hak etmiştim bunu. Ben ki herkese ertelemeyin diyen bir kadın, anı anda yaşamaya önem veren bir kadın… Nasıl yaptım bunu diye düşündüm. Düşündükçe ağladım, ağladıkça düşündüm. Şimdi ise beni bir yerden gördüğüne inanıp, özürler diliyorum ertelediğim için.

Sahi neden erteliyoruz? Hayatımızdaki her şeyi ve hatta herkesi fütursuzca neden erteliyoruz? Kim biliyor ki yarın sabaha uyanabileceğimizi. Kim biliyor ertelediğimiz şeyi yapmak için yeni bir fırsatımızın olacağını? Belki bir daha şansımız olmayacak. Sonra ne hissedeceğiz? Kocaman bir pişmanlık. Ah keşke şöyle yapsaydım, böyle deseydim diye diye sızlanmalar. Ama asla geri getiremeyeceğimiz anlar toplamı… Heraklitos’a hak vermemek elde mi? Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz!

Nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde herkes her şeyi bir şekilde erteliyor. Neden? Dünyevi şeylere bu kadar kapılıp neden ruhumuzu doyurmayı ve sevdiklerimize iyi hissettirmeyi erteliyoruz? Ruh, elle tutulup gözle görülen bir şey değil diye mi? Sevdiklerimiz hep cebimizde ve bizi sevmekten asla vazgeçmez diye mi bu boş vermişlik? Emin olun herkes her şeyden vazgeçer zamanı gelince. Hatırlatmak istedim.